18 Ocak 1919 Paris Barış Konferansı - Törehan Günlükleri

popüler yazılar

Home Top Ad

Post Top Ad

28 Aralık 2024 Cumartesi

18 Ocak 1919 Paris Barış Konferansı

 18 Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Konferansı, I. Dünya Savaşı sonrası galip devletlerin (İngiltere, Fransa, İtalya, ABD ve Japonya vs.) mağlup devletlere (Osmanlı Devleti, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Bulgaristan) ayrı ayrı barış antlaşmaları dikte ettirmeyi amaçladığı uluslararası bir platformdu. Bu konferansın Paris’te yapılması sebepsiz değildi. Çünkü, 1919 yılında dünyanın başkenti Paris idi. Bundan dolayı, konferansın İlk altı ay içinde Paris, dünyanın hem hükümet merkezi hem temyiz mahkemesi ve hem parlamentosu olurken; tüm imparatorlukların korkularının, söz konusu imparatorluklarda yaşayan toplulukların da bağımsızlık ümitlerinin odağı haline gelmişti. Bunun anlamı, Paris’te I. Dünya Savaşı sonrasında yeni uluslararası düzenin kurulacak olmasıydı1. Aynı zamanda Paris Barış Konferansı, Türkler açısından 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan antlaşması ile sona eren bir barış sürecinin de adı idi. Bu konferansın uluslararası meşruiyet ilkeleri, ABD başkanı W. Wilson’un 8 Ocak 1918’de, açıkladığı on dört maddelik ilkeleri -Wilson ilkeleri- idi. Esasında bu ilkeler, adil bir uluslararası düzen tasavvurunu savunan Amerikan idealizminin parlak bir ifadesi idi. Bir başka deyişle, ABD’de 19. yüzyılda gelişen ve Başkan Wilson’un aralarında bulunduğu ilerlemecilik/progressivism adlı siyasi felsefeye ait prensiplerin (serbest ticaret, açık diplomasi, demokrasi ve self-determinasyon) dış politikaya

uyarlama isteğinden ibaretti 2. Özellikle, açık diplomasi ve self-determinasyon ilkeleri ön plana çıkmıştı. Wilson, açık diplomasi ilkesi ile devletlerarası sorunların devletler üstü bir kurum nezdinde görüşülerek çözülmesini isterken self-determinasyon ilkesi ile de insan topluluklarının çoğunluk halinde bulundukları topraklarda kendi kendilerini yönetme hakkını
savunmaktaydı. Bu amaçla, ilkin Şubat 1919’da Milletler Cemiyeti kurulmuş ve bu cemiyetin gözetiminde manda sisteminin uygulanması kararlaştırılmıştı. Henry Kissinger’e göre Milletler Cemiyeti düşüncesi, özünde bir Amerikan kavramıydı. Wilson’un amacı, denizlerin bütün dünya milletleri tarafından serbestçe kullanılması güvencesinin bozulmamasını
sağlayacak, savaşlara engel olacak toprak bütünlüğü ile siyasi bağımsızlığa dayanan bir evrensel uluslar birliği (devletler-üstü bir yapı) kurmaktı Her ne kadar bu düşünce idealist bir nitelik taşımaktaysa da ABD egemenliğinde bir uluslararası düzeni amaçlamaktaydı. Ne var ki Wilson, Paris’te siyasi gerçeklerin hiç de düşündüğü gibi olmadığını anladı. 

Dünya Savaşı dönemi askerlerinin bulunduğu bir Fransız saray avlusunun sepya fotoğrafı Paris Barış Konferansı sırasında Versay'ın avlusunda ve bahçesinde askerler.

Konferansa Karşı Osmanlı Devleti’nin İlk Tavrı: 12 Şubat 1919 Muhtırası 

Barış konferansı başladığında, ilgili devletler ile talepkâr siyasi temsilcilerin -devlet veya toplum temsilcileri- çoğu Paris’teydi; sadece Osmanlı Devleti bulunmuyordu. Her ne kadar Osmanlı Devleti, konferansın başında davet edilmemişse de her an çağrılacakmış gibi teyakkuz halindeydi. Aslında bu hal, Mondros mütarekesinden sonra kurulan bütün hükümetler
için de geçerli olmuş ve mütarekeden sonra başlayan İtilaf Devletleri işgallerine karşı pek tepki vermeme şekline dönüşmüştü. Nitekim Ahmet İzzet Paşa, 31 Ekim 1918’de 9. Ordu Komutanlığı’na gönderdiği emirnamede, “milletin şeref ve namusuna halel getirmeyecek şartlar”da barış yapılmasını, mevcut siyasi vaziyetin birlikte çalışarak Osmanlı Devleti lehine çevirmenin çarelerini bulmak gerektiğini bildirmişti. Açıkçası Ahmet İzzet Paşa, İtilaf
Devletleri’ne karşı “uysal ve uyumlu tavır” göstermeyi “çare” olarak dile getiriyordu: “Sulh müzâkeresine girinceye kadar düşmanlarımızın öteden beri bir cihan sulhu içün ilan etdikleri esâslar haricine çıkmayarak bunlardan bize mülâyim gelecek kısımları şimdiden mevki’-i fi’ile koymak ve bir tarafa mücâvir hükûmetlerle anâsır-ı ecnebiyyeyi devr-i hükûmetimizden hoşnud bırakmak sûretiyle i’timâdları ve sâ’ir sulhde lehimize hareketlerimizi mümkün olduğu kadar kazanmakdır.” Görüldüğü gibi, Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesi’nden itibaren barışa yönelik bir siyaset geliştirmeye çalışmıştı. Nitekim 11 Kasım 1918’de kurulan Ahmet Tevfik Paşa
Hükümeti’nin de asıl amacı, devlet ve milletin şeref ve haysiyetine uygun bir barış yapılmasını sağlamaktı. Aslında Osmanlı Devleti, barış konferansına yönelik çalışmalarına Kasım 1918 sonlarında başlamıştı. Bu çerçevede ilk girişim, Hariciye Nezareti Müsteşarı Reşad Hikmet Bey’in başkanlığında bir komisyonun kurulmasıydı. Çalışmalarını gizlilik içinde yürüten bu
komisyon, genel olarak Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunmasına odaklanmış; İngilizler Irak’dan çekilirken Bağdat, Basra ve Musul gibi vilayetlerde de çeşitli Arap, Türk ve Kürt idaresinin kurulması üzerinde durmuştu. Muhtemeldir ki, bu yönetimler özerk olacaktı. Sonunda komisyon, 25 maddelik Osmanlı Devleti’nin barış şartlarını kararlaştırdı. 

Gazeteci Faith Hunter Dodge'a verilen Barış Konferansı'na katılım kartı. Kartta, onu Versay Sarayı'na götürmek için Paris'ten özel bir trenin mevcut olduğu belirtiliyor.

Söz konusu şartların en önemlileri şunlardı:
- İstanbul ve Boğazlar ile Anadolu ve Rumeli vilayetleri Osmanlı idaresinde kalacaktır.
- Gümülcine ile Dedeağaç Bulgarlar’dan alınıp Osmanlı ülkesine ilhak edilecektir.
- Batum, Kars ve Ardahan Osmanlı Devleti’ne bağlanacaktır.
- Irak, İngilizler tarafından tahliye edilecek, Musul, Bağdat ve Basra’da muhtelif bir
Arap, Türk ve Kürt idaresi kurulacaktır.
- Bağdat demiryolu hattı İngiliz idaresine verilecektir.
- Osmanlı Devleti Mısır ve Süveyş’ten feragat ile Akabe’ye çekilecektir.
- Yemen tahliye edilecektir.
- Hicaz’ın istiklali tasdik olunacaktır.
- Kapitülasyonlar lağv edilecektir.
- Askerî kuvvetin miktarı 50 (elli) bin nefere tenzil edilecektir.
- İstanbul serbest liman olacaktır.
- Şimendifer, maden ve liman gibi nafia işleri Amerika, Fransız, İngiliz, Belçika
sermayedarlarına verilecektir.
- Gümrükler için ayrıca antlaşmalar yapılacaktır.
- Ermenistan yeterli arazi üzerinde kurulacaktır.
- Filistin’de bir Musevi-Arap hükümeti kurulacaktır.
- Kıbrıs, İngiltere’ye terkedilecektir. Nezaretlerde bir İngiliz, Amerikan müşaviri ile Hey’et-i Vükelâ’da bir İngiliz umum müşaviri bulunacaktır.

Ermeni delegeleri Bogos Nubar Paşa ile Aharonyan, Ermeni dileklerini 12 Şubat’ta bir memorandumla konferansa sundular. Sözde nüfusun çoğunluğunu Ermenilerin teşkil ettiğini ileri sürdükleri; Karadeniz’de Trabzon’dan başlayarak Doğu illerini içine alıp İskenderun’da Akdeniz’e inecek olan Ermenistan’ın 20 yıllık bir süre ile Avrupa devletlerinden birinin mandası altına bırakılmasını istiyorlardı.
Konferans 27 Şubat’ta Yahudi delegelerini dinledi. Onlar da milletler cemiyetinin vesayeti altında Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını istiyorlardı.

Konferansta Osmanlı topraklarının paylaştırılması büyük anlaşmazlıklar doğurmuştu. İtalyan delegeleri Londra antlaşmasına dayanarak, kendilerine vaat edilen yerleri ısrarla istiyor, ancak diğer devletler buna yanaşmıyordu.

1917 Bolşevik ihtilali sonrasında Sovyet Rusya’nın yeni yöneticileri Çarlık Rusya’sının ve İtilaf Devletleri’nin yaptığı gizli antlaşmaları yayınladılar. Bunun üzerine İtalya’nın Anadolu’ya asker çıkarması konferansta heyecan uyandırdı. İtalyanların şimdi de bir oldu-bitti ile İzmir’e de asker çıkarmaları ihtimalinden korkuluyordu. Zira İzmir meselesi İtalya ile Yunanistan arasında çok ciddi bir anlaşmazlık halinde belirmişti. Sonunda Venizelos, Wilson ve Lloyd George’u ikna etti ve İzmir’in Yunanlılarca işgaline izin verdi.

İzmir’in işgal edilmesinin ortaya çıkardığı heyecan üzerine galip devletler 1919 yılı Haziran ayı başında Osmanlı Devleti’ni Konferansta dinlemeyi kabul ettiler. Konferansa Başbakan Ferit Paşa gidecekti. O sıralarda Havza’da bulunan Mustafa Kemal Paşa, 5 Haziran 1919’da Havza’dan Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı Devleti’ni temsil edecek olan Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya bir telgraf gönderdi. Telgrafta konferansta öncelikle savunması gerekli olan hususları dile getirdi. Mustafa Kemal Paşa, iki noktayı vurguladı. Bunlardan birincisi, “devlet ve milletin mutlak olarak tam bağımsızlığı”nın sağlanması; ikincisi ise “vatanın ana topraklarında çoğunluğun azınlığa feda edilmemesi”ydi.

Paris’e giden Ferit Paşa 18 Haziran’da konferansta bir savunma konuşması yaptı. Ferit Paşa konferansta galip bir devletin delegesi gibi konuştu ve Balkan savaşı öncesi sınırları savundu. Clemenceau konferansta Osmanlı delegesinin konuşmasına ağır bir karşılık verdi ve barış şartlarını görüşmek için durumun henüz aydınlanmamış olduğunu söyleyerek Türk heyetini Paris’i terke davet etti.

Paris konferansı sırasında da mağlup devletlerle ilgili çok uzun süren görüşme ve tartışmalardan sonra daha önceden kararlaştırılan yukardaki hususlar barış anlaşmalarına dahil edildi. Mağlup devletler bu anlaşmaları imza etmek için Paris’e çağrıldılar. Mağlup devletler sıra ile hazırlanan barış anlaşmalarını imzaladılar: Almanya 28 Haziran 1919’da Versaille’da, Avusturya 10 Eylül 1919’da Saint. Germain’de, Bulgaristan 27 Kasım 1919’da Neuilly’de, Macaristan 4 Haziran 1920’de Trianon’da imzalanmıştır. Osmanlı Devleti ile ilgili olarak bir anlaşmaya varamadılar. 



Sonuç
Birinci Dünya Savaşından sonra toplanan Paris Barış Konferansında “yenidünya düzeni” kurma iddiasıyla yola çıkan Wilson ve İtilaf devletleri temsilcileri; bir buçuk yıl devam eden bir dizi konferans ve toplantılarda kendi istedikleri düzeni kurmuşlardır. İkinci Dünya Savaşının temellerini atan ve aynı zamanda günümüz sorunlarının temellerinin de bu konferans ve toplantılarda atılmıştır dersek mübalağa yapmış olmayız. Bunda en büyük pay sahibinin, ABD Devlet başkanı Woodrow Wilson’un Hristiyanlık taassubu ve Müslümanlık ve Türklere karşı geliştirdiği ön yargılı tutumudur. Paris Barış Konferansına katıldığı süreç içinde bu tutumunu sürdürürken; İngilizlerin
ve Fransızların sömürgeci emellerini karşılarken, İtalyanları oyalayarak, daha sonra Yunanlıları destekleyerek uzun süreli bir maceranın içine itmiştir.
Paris Barış konferansında kabul edilen Cemiyet-i Akvam nizamnamesi ve bu nizamname ile kurulan manda sistemi, mağlup devletleri ve dünyanın pek çok ülkesini sömürge haline getirmiştir.Kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen bu devletlerarasındaki çıkar çatışmaları yüzünden
kurulacak barışa dayalı düzen bir bakıma yok olurken, diğer taraftan günümüze kadar gelen sorunların da sebebi olan pek çok suni devletin kurulmasının önemli nedenlerinden olmuştur. Bir yandan self-determination hakkından söz edip, diğer yandan “Sözde diğerlerine göre daha
gelişmiş A sınıfı manda düzeni” altına konulmaya çalışılan Osmanlı Devleti ve Osmanlı Devletinden koparılan topraklar üzerinde kurulan manda sisteminin temel felsefesi Osmanlıyı parçalamak olmuştur. Kurulan manda sistemiyle mandaterlik görevini alan ülkelerde, “sözde bölge halkını,kendi kendilerini idare edecek seviyeye” getirecekleri vaadiyle, onları sömürmek, parçalamanın yanında, kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmamışlardır. Osmanlı Devleti içinde çoğunlukla Türklerin yaşadıkları bölgeleri 3’e bölerek “a) İstanbul ve Boğazlar, b) Anadolu Toprakları, c) Ermenistan mandası (Ermenistan mandası; İngilizlerin ABD’ni Bolşevik Rusya ile karşı karşıya
getirme planının bir parçasıdır ve General Harbord raporunda bu durum özellikle belirtilmiştir.) olmak üzere” manda sistemi kurmayı tartışmışlardır. İstanbul ve Boğazlar mandası, Paris BarışnKonferansının başlangıcından San Remo konferansı sonuna kadar sürerken, bu tartışmalara Türk Aydınları ve yöneticileri de katılmıştır.General Harbord heyetinin Türkiye’ye gelmesi ve raporun 1920 yılı Haziran ayında ABD senatosunda oylanarak 52 ye karşı 23 oyla ABD Devlet Başkanı Woodrow Wilson’un önerisinin reddedilmesi ile konu kapanmıştır. Bunun yanında, Türk Millî Mücadele hareketinin başarılı bir yola girmesiyle bu tartışmalarda ortadan kalkmıştır.

Kaynakça:
Https://iupress.istanbul.edu.tr 14 Aralık Cumartesi 14.23
Https://ataturkansiklopedisi.gov.tr 14 Aralık Cumartesi 15.20
Https://dergipark.org.tr 14 Aralık Cumartesi 15.50

HAZIRLAYANLAR
AYŞE MELEK KENAR
BÜSRA NUR ÖZBEK
ŞURA DEMİREL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Post Bottom Ad