Osmanlı’da Ramazan - Törehan Günlükleri

popüler yazılar

Home Top Ad

Post Top Ad

5 Mart 2025 Çarşamba

Osmanlı’da Ramazan

 

Osmanlı’da Ramazan (2/3)

Hilalin Gözlenmesi ve Ramazanın Başlangıcı

 

Sözlükte "yüksek sesle haykırmak, ortaya çıkmak, parlamak, sevinmek" anlamlarına gelen hilal, hell kökünden türemiştir. Ayın yeryüzünden uçları sivri ince bir yay gibi görünen halinin adıdır. Ay ve güneşin periyodik olarak düzenli bir biçimde hareket halinde olması, eski çağlardan beri zaman birimini hesaplamak için kullanılan bir yöntemdir. Güneş ve ayın hareketlerinden vakitleri hesaplama ve bilme konusunda faydalanılması gerektiğine Kur‟an-ı Kerim‟de, "Allah geceyi dinlenme zamanı güneşi ve ayı da -vakitleri tayin için- birer hesap ölçüsü kılmıştır . "Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için aya menziller tayin eden O'dur". „‟Sana hilallerden soruyorlar, De ki: O, insanlar ve hac için bir takvimdir.‟‟  mealindeki ayetlerle değinilmiştir. Ay, periyodik olarak sabit sürelerle aynı evrelerde bulunduğundan dolayı zamanı hesaplamak için güneşten daha elverişlidir

İslam dininde namaz vakitleri, oruca başlama (sahur) ve iftar vakitleri gibi, zamanı güneşin hareketlerine ve gece gündüz ayırımına göre belirlenen ibadetler yanı sıra hac, zekat, Ramazan orucunun başlangıcı, fıtır sadakası, kurban ve bayram namazları gibi vakit ve süreleri ayın hareketlerine göre yani Kameri takvim ile belirlenen ibadetlerde bulunmaktadır  . Kameri aylar, hilalin batıda görülmesiyle başlar. Hilalin batıda görünmesi bazen yirmi dokuz, bazen de otuz gün sürer. Bu yüzden ayın başlangıcını tespit etmek için semadaki ayın hareketlerini takip etmek gereklidir. Hz. Peygamber, Ramazan ayı girmeden önce Şaban ayının günlerini özenle hesaplar, Şaban ayının yirmi dokuzuncu gününde Ramazan ayının başlangıcının tespit edilmesi amacıyla hilalin gözlenmesini, eğer hilal görülür ise oruca başlanılmasını buyururdu. Eğer hava kapalı olur bulut araya girer ve hilal görünmezse, Şaban ayını otuz gün olarak hesaplar ve Ramazan orucuna bu hesaba göre başlardı.

Osmanlı döneminde Ramazan hilalinin tespiti

Osmanlı döneminde Ramazan hilalinin tespitinde görevlendirilen kişiler, alttan üste doğru şu şekilde sıralanırdı: İstanbul Kadısı, şeyhülislam, sadrazam ve padişah. Görüldüğü üzere Ramazan hilali, üst düzey yetkililerin şahsen ilgilendiği ve önemle takip ederek üzerinde durdukları bir vakadır. İstanbul dışında Bursa, Edirne, Bolu gibi şehirlerde de kadılara haber gönderilerek hilalin gözlenmesini, görüldüğü takdirde İstanbul‟a haber gönderilmesi istenirdi.


 

Hilali görenler, ‟ Şu saatte gördüm. Bu gece Ramazan‟ın başlangıcıdır. Şahadet ederim. ‟ diyerek şahadette bulunurlardı Bu kişilerin fasık olmaması yani namazını kılan, orucunu tutan, doğru sözlü, güvenilir, içki içmek ve zina yapmak gibi, İslam dinince büyük günahlardan sayılan günahlardan uzak duran kişilerden olması gerekirdi.

hilalin görüldüğü derhal kadıya haber verilirdi. İstanbul kadısı durumu şeyhülislama, şeyhülislâm sadrazama, sadrazam da padişaha bildirerek Ramazan orucunun başlangıcının ilanı için izin isterdi. Padişahtan izin alınır alınmaz selatin camilerinin müezzinlerine haber verilerek mahya ve kandillerin yakılması istenir, bu sayede de Ramazan ayının başladığı ilan edilirdi.

 

 

Ramazan Geceleri

Ramazan, oruç tutmanın, iftar ve sahur yapmanın yanında geceleri herkesin gülüp eğlendiği, çarşılarda gönlünce gezdiği bir zaman dilimidir. Kahveler, çayhaneler sahura kadar açık olur, insanlar buralarda düzenlenen eğlenceleri temaşa ederlerdi. Dükkanlar dahi sahur vaktine kadar açık olup, bunların fener ve kandilleri bütün gece sokakları aydınlatırdı. Aileler ise Ramazan akşamlarında birbirlerine iftara giderler, evlerin ışıklarının yansımasıyla arka sokaklar dahi karanlıktan kurtulur, tüm şehir aydınlanırdı

Akşam namazıyla yatsı namazı arası sokaklar sakin olurken, teravihten sonra gezme ve eğlenme faslına geçilir, küçük büyük herkes sokaklara dökülür, sokaklarda adeta insan seli yaşanırdı. Teravihten sonra başlayan eğlencelerin en çok ilgi gören kısımları kuşkusuz Karagöz oyunu idi. Ama aynı zamanda meddahlar, Direklerarası eğlenceleri, semavi kahveler de halkın ilgiyle takip ettiği gösterilerdendi. Ramazan boyunca düzenlenen tiyatrolar, kumpanyalar gibi gösteriler için ilk tercih edilen mekan Direklerarası‟dır. Bazı kahvehanelerde Karagöz ve meddahlar dışında incesaz ekibi de bulunur, çadırlarda pehlivan güreşleri ve kuvvet gösterileri yapılırdı. Bu gruplar da Ramazan gecelerinde yeteneklerini icra ederek halkı eğlendirmeye çalışırlardı. Kimi semtlerde gençlerin ayrı kahvehaneleri bulunur, buralarda geceleri yüzük oyunu, tura oyunu gibi oyunlarla kendi aralarında eğlenirlerdi. Büyük küçük herkesin beğeniyle izlediği Ramazan eğlencesi olan Karagöz, hemen hemen tüm kahvelerde oynatılır, herkes mahalle kahvelerinde toplaşıp, kurulan perdenin karşısına geçerek oyunu neşe içerisinde seyrederdi.



 

Karagöz – Hayal ve Orta Oyunu

“Hayâl-i Zıll” ya da “Zıll-ı Hayâl” de denilen Karagöz oyunu Türk sosyal ve kültürel hayatının zengin kaynaklarından biridir. Başkahramanları, Karagöz ile Hacivat olan ve çubukların ucuna sabitlenmiş olan tasvirleri, perdenin arkasında „‟Hayali‟‟ yada „‟Karagözcü‟‟ olarak adlandırılan sanatkâr tarafından oynatılmasıyla gerçekleştirilirdi.

Karagöz ve Hacivat oyununun nasıl ortaya çıktığı ile ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlerden biri, Karagöz ve Hacivat‟ın idam edilmesinden müteessir olan Şeyh Küşteri isimli1300’lerde yaşamış bir zatın , bu ikilinin tasvirlerini yaparak, Sultanın karşısında oynatmasına dayandırılmaktadır. Diğer bir rivayet ise, Şeyh Küşteri‟nin bu oyunu talebelerine dünyanın faniliğine emsal olması amacıyla icat etmiştir. Oyun gereği perdeye yansıyan ışık ile tasvir belirir ve ışık söndüğünde ise her şeyin ortadan kaybolmasını dünya hayatına benzetmiş ve müritlerine ibret olması amacıyla icat edip oynatmıştır. Şeyh Küşteri‟nin bu icadı, zamanla tasavvufi yönünü kaybedip tamamen eğlence amacıyla yapılan bir oyun haline dönüşmüştür.

 

Orta Oyunu:

 

Sahne ve perde gibi dekorların kullanılmadığı, halkın önünde oynanan çok oyunculu ve müzikli geleneksel Türk tiyatrosudur. Orta oyunu, Karagöz Hacivat‟a benzeyip, bu oyunun meydanda canlı bir şekilde oynanan halidir. XIX. Yüzyılın başlarında rastlanan bu oyun, özellikle Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde yaygınlaşmıştır.

 

Orta oyununda Karagöz‟ün yerini Kavuklu, Hacivat‟ın yerini ise Pişekâr alır. Meydanda oynanan bu oyun için seyirciler meydanın etrafını kuşatır, meydanın bir bölümü oyuncuların rahat girip çıkabilmesi için boş bırakılırdı. Meydana bir paravan getirilir, bu paravana “Yeni Dünya” denilirdi. Oyuna çalgı ile başlanır, meydana ilk Pişekâr gelir çalgı sesleri eşliğinde meydanda bir tur atar, seyircileri selamlar ve oyunu ilan ederdi. Pişekâr‟dan sonra, yine çalgı sesleri eşliğinde bu kez Kavuklu gelir, oda Pişekâr gibi meydanda dolaşır ve yerine geçmeden Pişekar‟ın Kavuklu‟ya laf atmasıyla oyun başlardı

 

Meddah

 

Meddah oyunu, tek sanatçının rol aldığı bir tiyatro türü olup, okuma yazmanın ve kitapların yaygın olmadığı dönemlerde halkın hikaye, masal, kıssa gibi dinlemeye ihtiyaç duyduğu anlatıları halka aktaran kişilere Meddah denilmiştir

Meddahlar, gösterilerine “Hak dostum Hak diyerek” başlar sonra, “Geçmiş zaman anlatıyorum isim isime, semt semte, memleket memlekete benzer. Kimseye talep veyahut şikayetimiz yok. Naklettiğimiz hikayede şayet bir benzerlik olursa hiç kimse üzerine alınmasın.” diye bir başlangıç yaparlar, ondan sonra hikayeyi anlatmaya koyulurlardı. Meddah, hikâyedeki karakterlerin dışında ismi geçen hayvanların dahi taklitlerini başarıyla yapardı. Bütün bunları yaparken de yanından hiç ayırmadığı ve meddahlığın sembolü haline gelen sopasından ve mendilinden faydalanırdı. Kendini dinleyen kesimin durumuna göre hikayelere ekleme yahut çıkarma yapabilirdi

 

Şehzadebaşı – Direklerarası

Direklerarası, bugün ki İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi binasının bulunduğu yerden başlayarak, Şehzadebaşı Camii'nin önünden Saraçhanebaşı'na, hatta Fatih Parkı'na kadar uzanan alanın adıdır. XIX. yüzyıla kadar Yeniçeri ocağı bu semtte bulunduğu için Direklerarası daha çok yeniçerilerin gezip dolaştığı bir mekan olmuştur. 1826‟da Yeniçeri Ocağı kaldırılınca Direklerarası, İstanbul halkı için günlük gezinti ve alışveriş yapılabilen bir çarşıya dönüşmüştür. Konumu itibariyle Beyazıt, Süleymaniye, Şehzadebaşı ve Fatih gibi selatin camilerini birbirine bağlayan ana yolun üzerinde olan Direklerarası, özellikle Ramazan aylarında İstanbulluların uğrak yeri olmuştur.


 

Ramazanda Kahvehaneler

 

Kahvehaneler, ilk ne zaman ortaya çıktığı ile ilgili birçok kaynak değişiklik gösteren bilgiler aktarmıştır. Fakat, konu ile alakalı yaygın olarak bilinen ve çoğunlukla kabul görmüş olan Peçevi Tarihi‟nde aktarılmış olan bilgidir. Peçevi Tarihi‟nde İstanbul‟da 1554 yılına kadar kahvehanenin bulunmadığı, ancak bu tarihlerde Halep‟ten İstanbul‟a gelen Hakem isminde bir esnaf ile Şam‟dan gelen Şems isimli kişinin beraber Tahtakale‟de bir kahve dükkanı açtıklarını, zamanla bu kahve dükkanına okur yazar gruptan bir takım kişilerin müdavim olduklarını ve burada toplantılar düzenlemeye başladıklarını, mekanda kitap okuyup edebiyattan bahsettiklerini aktarmıştır. Zamanla ilgi gören bu dükkan, etkin bir mekana dönüşmüş ve böylelikle kahvehaneler İstanbul‟da ortaya çıkmaya ve yaygınlaşmaya başlamıştır.

 

Ramazanın On Beşi

 

Ramazan‟da birçok dini faaliyet gerçekleştiren saray erbabının gelenek haline getirdikleri bir etkinlik de Hırka-i Saadet ziyaretleridir. Hz. Peygamber‟e duyulan sevgi, saygı ve hasretin bir göstergesi olarak, her yıl Ramazan‟ın on beşinde Hz. Peygamber ve ashabına ait eşyaların bulunduğu kutsal emanetler dairesi ziyaret edilirdi. Bu gelenek, zamanla “Hırka-i Saadet Alayı” denilen bir merasime dönüşmüştür.

BaklavaTöreni: Ramazan‟ın on beşinci günü Hırka-i Saadet Alayından başka bir alay daha olurdu. Bu alay, yeniçerilere baklava dağıtma törenini teşkil ederdi.

 

Ramazan Davulcuları

 

Ramazan‟ın en önemli ve ayrılmaz bir parçası kuşkusuz Ramazan davulcularıdır. Ramazan davulunun toplumda farklı bir etkisi ve havası vardır. Ramazan‟ın ilk davulu ruyet-i hilal vakii olduğunda çalınır, tüm halka Ramazan ayının girdiği davullarla haber edilirdi. Bu ilk davuldan sonra, Ramazan boyunca her gece sahur vaktinde davul çalınarak oruç tutacak olanlar sahura kaldırılırdı. Davul, Ramazan ile öyle bütünleşmiştir ki; davul sahurun, sahur ise Ramazan‟ın bir nişanesi olmuştur.

 

Ramazan Sergileri

Ramazan ayı ile bütünleşen ve her Ramazan uygulanması adet haline getirilen bir başka faaliyet de, Ramazan sergileridir. Selatin camilerinin avlu ve çevresinde açılan bu sergilerde kitap, tespih, tütün gibi çok farklı eşyalar sergilenmekteydi. İstanbul halkı namazlardan sonra bu sergilere gelerek alışveriş yapar, dostlarıyla sohbet ederek iftara kadar buralarda zaman geçirirlerdi.

 

Huzur Dersleri

Ramazan ayında birçok ilmi etkinliğin yanında “Huzur Dersleri” ismiyle anılan tefsir dersleri de bulunmaktadır. Bu dersler padişahın huzurunda yapılırdı. Dersler, Beyzâvî‟nin (ö.1286) “Envârü‟t-Tenzîl ve Esrârü‟t-te‟vîl” adlı tefsiri esas alınarak yapılmıştır. Bu dersler, Ramazan‟a özgü olup devletin ilmi teşkilatında resmi bir uygulama olması ve düzenli olarak her yer yıl yapılması dolayısıyla “Huzur Dersleri” adını almıştır. Bu dersler 1758 yılında resmiyet kazanmış olup, bu derslere “Huzur-ı Hümayun Dersleri” de denilmiştir. Osmanlı tarihi boyunca devam eden bu dersler Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) döneminde yoğunluk kazanmıştır. Bu ilmi sohbetlere ve toplantılara padişah bizzat katılmıştır.

 

 Atila KAYA

 

Osmanlı’da Ramazan (3/3)

Ramazan Sofraları

 

 

 

https://acikerisim.sakarya.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12619/90138/T08423.pdf?sequence=1&isAllowed=y

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Post Bottom Ad